SÖZ BÜYÜDÜR!
Bu güne kadar okuduğum ve uygulaması o kadar basit gözükürken bir o kadar da zor olan, ama hayatınıza minik minik de olsa geçirdiğinizde, özümsediğinizde harikalar yaratan Toltek Bilgeliğine ait Dört Anlaşma’dan bahsetmek istiyorum.
Toltek bilgeliği halen Meksika Kızılderilileri tarafından uygulanan canlı bir öğretidir. Toltek ‘Bilgi İnsanı’ anlamına gelir. Doğayı yok etmenin kendisini yok etmek olduğu bilir.
“Biz ağaca baktığımızda onu dinler ve ondan çok şey öğreniriz. Siz beyazlar, ağaçtan ne kadar kereste ve kar elde edebileceğinizi hesaplarsınız”
Dört Anlaşma kitabının yazarı Miguel Ruiz Meksika’da doğup, büyümüş. Kitabında ilk olarak insanları ehlileştirme sürecinden bahsetmiş. Okurken altını çizdiğim bir kaç cümleyi paylaşmak istiyorum.
‘Çocuklar, kedi, köpek ve diğer hayvanların ehlileştirildiği gibi aynı yolla ehlileştirilir. Köpeği ehlileştirmek için ceza-ödül yöntemini kullanırız. Çok sevdiğimiz çocuklarımızı da aynı şekilde eğitiriz; Ceza-ödül sistemiyle. Onların istediğini yapmadığımızda iyi çocuk yada kötü çocuk olduk.’
“Cezalandırılma ve ödül alamama korkusu ile, kendimiz olmayan farklı bir kişiliğe bürünürüz.”
“Kendimiz olmaktan korkarız, çünkü kendimiz olduğumuzda reddedilmekten korkarız. Reddedilme korkusu, yeterince iyi olamama korkusuna dönüşür. Sonunda olmadığımız biri haline geliriz. Annenin inançlarının, babanın inançlarının, toplumun inançlarının, dini inançların bir kopyası oluruz.”
“Ehlileştirme öylesine güçlü olur ki, hayatımızın bir noktasında artık kimsenin bizi ehlileştirmesine gerek kalmaz. Öylesine iyi eğitilmişizdir ki, artık kendi ehlileştiricimiz kendimiz oluruz.”
“Zihnimizde herkesi ve her şeyi yargılayan bir yargıç vardır. Ne yapıp yapmamamız gerektiğini, ne düşünüp ne düşünmememiz gerektiği, ne hissedip ne hissetmemiz gerektiği her şey bu Yargıcın tiranlığı altındadır. Yargıç suçlu olduğumuza karar verir. Cezalandırılmamız ve utanç duymamız gerekir. Bu suçlama yaşamımız boyunca her gün defalarca olur.”
Not: Ve Dişil Enerjimiz ile bağımızı koparan en önemli duygu suçluluk duygusudur.
“Bu suçlamayı, suçluluk duygusunu ve utancı taşımak zorunda olan bir parçamız vardır bunun adına Kurban deriz. Bu parçamız şöyle der: ‘Yeterince iyi değilim, yeterince zeki değilim, sevgiye layık değilim, zavallı ben’ Yargıç yanıt verir :’Evet, yeterince iyi değilsin’ Ve tüm bunlar diğerlerinin inanç sistemine dayanır. Bu inanç sistemine (Yasa kitabına) aykırı olan her şey, karın bölgenizde rahatsız hisler yaratır. Buna korku denir. Yasa kitabına aykırı davrandığınızda gösterdiğiniz tepki duygusal zehir üretir. Çünkü Yasa Kitabındaki her şey ‘doğru olan’ olmalıdır. Yasa kitabı yanlış bile olsa size güven içinde olduğunuz hissini verir. Bu yüzden kendi inançlarımızı sorgulamak için büyük bir cesarete ihtiyaç duyarız.”
Şimdi gelelim kitapta bahsedilen DÖRT ANLAŞMA maddelerinden ilkine…
1- KULLANDIĞIN SÖZÜKLERİ ÖZENLE SEÇ
“Söz, insan olarak sahip olduğunuz en güçlü araçtır; söz büyü aracıdır. Ama iki yanı keskin kılıç gibi, sözünüz en güzel rüyayı da yaratabilir, etrafınızdaki her şeyi de yok edebilir. İnsan zihni, sürekli tohumların ekildiği verimli toprak gibidir. Tohumlar düşünceler, fikirler kavramlardır. Söz tohum gibidir ve insan zihni son derece verimlidir. Bir tohum ekerseniz, bir düşünce ekerseniz o büyür. Burada tek problem şudur: Genellikle bu verimli toprağa korku tohumları ekilir.
Her insan büyücüdür. Sözümüzle bir insana büyü de yapabiliriz, onu büyüden de kurtarabiliriz. Örneğin bir arkadaşıma rastlıyorum ve aklıma gelen ilk düşüncemi söylüyorum. Ona: ‘ Hmmmm! Yüzündeki renk, kanser olacak insanların yüzündeki renk gibi’ Arkadaşım eğer bu sözüme inanırsa sözümle bir anlaşma yapmış olur. Ve 1 seneden az bir zamanda kanserden ölür.
Bu sözün gücüdür.
Ehlileştirme sürecinde ebeveynlerimiz ve kardeşlerimiz bizimle ilgili düşüncelerini düşüncesizce söylediler.
Birisi bir kıza bakıp ‘bu kız çirkin’ derse kız bu sözü duyar ve çirkin olduğuna inanır. Ve çirkin olduğu inancıyla büyür. Gerçekte ne kadar güzel olursa olsun, bu anlaşmayı yaptığı sürece çirkin olduğuna inanacaktır. Kız, çirkin sözünün büyüsü altındadır.
Bir başka örnek : Aptal olduğunuza inanabilirsiniz ve buna kendinizi bildiğiniz günden beri inanıyor olabilirsiniz. Bu anlaşma çok sinsice olabilir ve öyle şeyleri size yaptırır ki, aptal olduğunuz konusunda iyice emin olursunuz. Bir gün bir kimse aptal olmadığınıza dair bir çapa atabilir. Bu insanın söylediğine inanırsanız yeni bir anlaşma yapmış olursunuz. Büyü bozulmuştur, SADECE SÖZÜN GÜCÜYLE…
Sözlerinizin arı olması çok önemlidir. İlk anlaşma sözleriniz arı, kusursuz ve eksiksiz olmalıdır’ dedik.
Sözlerinizde günahsız olmak, sözleri kendinize karşı kullanmamaktır. Size aptal olduğunuzu söylediğimde, görünüşte bu sözü size karşı kullanmış olduğum izlenimini verir. Oysa gerçekte bu sözü kendime karşı kullanmaktayım. Çünkü siz benden nefret edersiniz ve bu benim için iyi değildir. Bu nedenle ben kızgınlık duyup kullandığım söz ile size duygusal zehir akıttığımda, bu sözü kendime karşı kullanmış olurum.
Kendinizle sözünüzde ‘günahsız’ olacağınız doğrultusunda bir anlaşma yaparsanız, sadece bu niyette olmanız bile, içinizde birikmiş olan duygusal zehirlerden arınmanız için yeterli olacaktır.
Fakat bu anlaşmayı yapmak zordur. Başkaları ile daha da önemlisi kendimiz ile olan iletişimimizde yalan söylemeyi alışkanlık haline getirdik. Sözü küfretmek, suçlamak, utandırmak, yok etmek için kullanıyoruz. Genellikle sözü kendi bireysel zehrimizi akıtmak için kullanıyoruz. –kızgınlığımızı, kıskançlığımızı, çekememezliğimizi ve nefretimizi ifade etmek için.
Söz saf büyüdür. Söz biz insanların sahip olduğu en güçlü armağandır. Ve sözü kendimize karşı kullanıp duruyoruz. Sözün kötüye kullanımı ile birbirimizi aşağıya doğru çekiyor, birbirimizi korku ve şüphe kıskacında hapsediyoruz.
Söz büyüdür. İnsan sözü kullanma yetisine sahip bir büyücüdür. Sözün gücünü yanlış biçimde kullanarak sürekli kara büyü yaptığımız söylenebilir.
Kara büyünün en kötü şekli dedikodudur. Saf zehirdir.
Örneğin; Yeni bir öğretmenle yeni bir sınıfa başlıyorsunuz. Ve birisi o öğretmen için ‘ oh, aptalın teki o! Hem konusuna hakim değil, hem de sapığın teki. Dikkatli ol!’
Bu bilgiyi sorgulamadan almayı öğrendiğiniz için, bu sözleri söyleyen kişinin amacını bilmeden, bir parçanız bu dedikoduya inanır ve derse öyle girer. Bir süre sonra içinizdeki zehir kabarır öğretmeni size dedikodu yapan kişinin gözüyle gördüğünüzün farkına bile varmazsınız. Ve siz de diğer öğrenciler ile bu konu ile ilgili konuşmaya başlarsınız. Dersten nefret etmeye ve dersi bırakmaya karar verirsiniz.Ve bu kararınızdan ötürü öğretmeni suçlarsınız. Oysa asıl suçlu dedikodu dur.
Tüm bu karmaşaya küçücük bir virüs neden olmuştur. Küçücük bir yanlış bilgi insanlar arası iletişimi koparır.
Başkalarının size dedikodu yaptıkları her anda sizin beyninize bilgisayar virüsü soktuklarını düşünün. Bu da zihninizin berraklığını yitirmesine neden olur. Sizde bu virüsü başkalarına bulaştırırsınız. Çünkü kendi karmaşanızı açıklığa kavuşturmanın ve zehirden biraz olsun kurtulmanın bu yolla mümkün olacağını sanırsınız.
Bazen intikam almak için istediğimiz kişiyi bilinçli ve planlı bir şekilde ezmeye çalışırız. Sonra da kendimize yalan söyleriz. Kendimizi haklı çıkarmak için kişinin bu cezayı hak ettiğine kendimizi inandırırız. Ancak göremediğimiz şey şudur: Sözü yanlış kullandığımız her an kendimizi cehennem bataklığının içine biraz daha çekeriz.
Yıllar boyu hem başkalarının sözleri aracılığıyla dedikodu ve büyünün etkisine gireriz, hem de kendimizle ilgili kendimizin söylediği sözlerle aynı olumsuz etkiyi yaratırız.
Birinci anlaşmayı kavradığınızda, yaşamınızda olabilecek tüm değişimleri de görmeye başlarsınız. Önce kendinizle olan ilişkinizde değişim olur. Sonra diğer insanlarla, özellikle sevdiğiniz kişilerle olan ilişkileriniz derinden farklılaşır.
Şimdi düşünün. Haklı çıkmak adına, başkalarının sizin bakış açınızı desteklemesini sağlamak adına kaç kez sevdiklerinizle ilgili dedikodu yaptığınızı bir düşünün.
Sizin fikirleriniz sizin bakış açınızdan başka bir şey değil. İlle de doğru olması gerekmiyor. Fikirleriniz inançlarınızdan, egonuzdan ve bireysel rüyanızdan kaynaklanıyor. Zehri yaratıyoruz ve başkalarına yayıyoruz çünkü kendi bakış açımızın doğru olduğunu hissetmek istiyoruz.
Sözlerinize gösterdiğiniz dikkat ve seçimlilik size bir şey daha kazandıracaktır: bağışıklık. Başkalarının negatif telkinlerine karşı bağışıklık kazanacak ve size söylenen olumsuz sözlerden etkilenmez hale geleceksiniz.
Kendinize ne kadar harika, ne kadar özgün ve büyük olduğunuzu söyleyin. Kendinizi ne kadar sevdiğinizi söyleyin. Sözlerinizi size acı veren küçük anlaşmalarınız bozmak için kullanın.
Sadece bu anlaşma bile hayatınızı bütünüyle değiştirebilir.”
(Dört Anlaşma-Toltek Bilgelik Kitabı’ndan alıntıdır.)
Biraz uzun olduğunun farkındayım. Ancak kendimizi SÖZ ile ifade ettiğimizi düşününce, SÖZ’ün gücünü iyice anlamayı, yazarken düşünmeyi, okurken idrak etmeyi istedim.
Umarım sonuna kadar okuma sabrını göstermişsinizdir. Eğer sonuna kadar okuduysanız bu yazıyı tekrar tekrar okuyacağınızdan eminim. Ben bu kitabı ne zaman okusam her seferinde yeni bir farkındalık kazanıyorum. Özellikle egomuza ters düşen zamanlarda Zihnimizin alışkanlıklarını, konfor alanını yıkmak pek kolay olmuyor. İşim püf noktası tekrarlamaktan geçiyor.
Yaptığımız Anlaşmaların farkına varmak ve dönüştürmek ümidiyle…
Diğer anlaşmaları daha sonraki günlerde paylaşacağım.
Nefesinize emanet olun…
Neslihan Man